11 Aralık 2008 Perşembe

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Çizgisiz Defter


Çizgisiz Defter

Hiçbirinizim,
Belki de hepbiriniz.
Yaşamdan alıntılanan bir kalemim,
Belki de esinlenilecek bir mürekkep.

Olabildiğince iki noktayım,
Olabildiğince virgül.
Noktaları hiç sevmem!
Ünlemlerimi kullanmamaya çalışıyorum.

Üç noktayı severim:
Sonsuzluktur...

İdil Demir
Haziran 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Boncukçu


Boncukçu

Boncuklarını sıra sıra dizmiş.
Sarı, pembe, mor…
Çirkef kaldırımın üzerine, gece rengi bir örtüye.
Boncukçu…
Saat kim bilir gecenin kaçı?
Zabıtalar gitmiş, içi rahat.
Tek derdi kalabalığın dikkatini çekmek.
Zor iş doğrusu fiyakalıya fiyaka satmak.
Olsun, onunkisi çok ucuz.
Başlar bağırmaya boncukçu,
“Bir liraya boncuuuk! Hanımlar takın takıştırın!”
Sesi karışır saatçinin, parfümcünün, doncunun sesine.
Kalabalık tutar adamı.
Azgın boğa sürüsünün çaylak matadoru…
Deri ceketinin cebinden çıkarır samsun sigarasını,
Avurtları çöke çöke içine çeker sert rüzgarla paylaştığı dumanını.

İdil Demir
Kasım 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Düzen


Düzen

Kimine demir ekmek,
Kimine ballı börek.
Yut yutabilirsen!
Biri acı emek,
Biri pembe engerek.

İdil Demir
Aralık 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Birleşin


Birleşin

Dünyanın bütün delileri birleşin!
Hunimiz elden gidiyor!

Riyakarlar hayatın her dalında doktora yaparken,
Kandırıkçılığın tüyoları sakızdan çıkıyor.
Bir de üfürükçüler olmasa…
Japon balıkları da cabası…

Deli olmak meziyet istermiş arkadaş.
Öyle her yiğidin harcı değilmiş.
Şeytanın şapka çıkardığı delilerin derdi,
Meğersem altından gömlekmiş.

Kendimi deli bilirdim arkadaş!
O işler bizden geçmiş…

İdil Demir
Eylül 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Ham Toprak


Ham Toprak

Yüzlerine baktım.
Ağızları, burunları, gözleri…
Yoktu.
Bir daha baktım.
Gölgeleri yoktu.

Çalınmış olmalıydılar.

İzsiz işlerini,
İzsiz ilişkilerini,
Yağ bağlamış kalplerini,
Sahi, neden sonra fark ettim?

İdil Demir
Temmuz 2004, Çeşme

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Çıka-gel


…çıka-gel…

Haykırasım geliyor bir an olsun seni
Tenim dudaklarına konmayı özledi.
Sesim ismini fısıldamayı
İçim bin parça, buruk…
Aşk, iç siyasete yenik düştü anlayacağın
Vakitse epeyce geç oldu.
Demokrasi içinde, aşk içinde…

Hissedesim geliyor bir an olsun seni
Tenim gözlerinde özde olmayı özledi.
Sesim şehveti içmeyi
İçim bin parça, sarhoş…
Aşk, film sahnelerinde bile hissedilemedi anlayacağın
Vakitse epey geç oldu…
İhtiras içinde, budalaların içinde…

Savurasım geliyor bir an olsun seni
Tenim ellerinde hayat bulmayı özledi.
Sesim sensizliğe küsmeyi
İçim bin parça, mayhoş
Aşk, mahzenlerinde bekletilen şaraplarda bile hissedilmedi anlayacağın
Vakitse epey erken bu sefer…

İstersen çıka-gel…
Bir an olsun…
Çıka-gel…

03.50
26.08.08
İstanbul
Özgür Ekren

9 Aralık 2008 Salı

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Uykulu Şiir


Uykulu Şiir

Kapının gıcırtısından
Uçuşan perdenin sesinden
Saatin tik tak demesinden
Ne de güzel ninni oluyormuş
Ana kucağı gibi gelir pufidik koltuk
İçine çeker uyku kokan yastık
Ağzımı şapırdatırım
Başım vücuduma fazla gelir
Gözlerim dingin deniz
İçimden biri dürter
Gidip yatsana,e be keriz!

İdil Demir
Ekim 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Şairlik Üzerine


Şairlik Üzerine…

I.

Şiir yazmak…
Dünyanın en boş işi;
Eğer bir çiçek boynunu eğmiş bekliyorsa seni,
Balkondaki saksıda.
Koş git elinde bir çaydanlık suyla!
Şiir ütopyaların toplamıdır.
Sen bana benzeme.
Gerçek ol ,
Sayfalardaki kopyalarından ala.

II.

Parmak tiryakiliği benimkisi.
Bıraksam bırakırım şairaneliği;
Ama bırakmak isteyen kim!
Hem bırakıp da ne halt edeceğim,
Şu nankör dünyada?

III.

Şair olmasaydım doktor olurdum.
Hiç olmadı bankacı.
Keşke elimden yazmaktan başka bir şey gelse…

İdil Demir
Mayıs 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Üzgü Üzerine


Üzgü Üzerine…

I.
Nice kelimelerim var
Oturmuş bana ağlayan
Ama ben bunların hiçbirisini yazmayacağım
Söz konusu siz olunca sevgili ailem
Bir sözcük yeter size de, bana da
-Üzgü-
Derinlerde bir yerde
Taş kesilmiş
Oturmuş içime.

II.
Zaman çareymiş…
Külliyen yalan!
Dünya çamur balçık
Kurusu üzgü…

İdil Demir
Şubat 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Özledim be!



...özledim be…

Özledim be!
Aynı rüzgâr esiyor, mevsim farklı
Aynı şarkılar çalıyor, sözler farklı
Aynı dua okunuyor, niyetler farklı
Aynı bedende yaşanıyor, kalpler farklı

Özledim be seni,
Yine aynı şekilde;
Rüzgârlar eserken
Şarkılar çalarken
Dualar okurken
Bu bedende yine seni anarken
Özledim be!

Mevsimler geçerken
Sözlerim de hep baş harfin varken
Niyetlerim, her sabaha seninle yeniden doğarken
Kalbim nefreti bile tatarken
Özledim be!

Özledim be,
Belki istemeden, belki hissetmeden
Belki görmeden, belki duymadan
Belki yaşanmadan, belki unutulmadan…
Özledim be,
Belki de…

03.16
26.08.08
İstanbul
Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Taşınma Seremonisi


Taşınma Seremonisi

Bir avuç toprağın içinde gezinirken
Neme değiyor ayyuka çıkmış çıplak köklerim
Ve ne menem bir debdebe içinde geveliyorum suyumu,
Artık bu son olsun dediğim saksımı.

Huzurlu çiçek olabilirdim,
Açabilirdim güneşe taç yapraklarımı.
Eser miktarda bal da olabilirdim ıhlamur çayınızın içinde.

Ama her defasında gittim,
Aşağı balkona yağmurda toprak taşırdığım için.
Yeni saksılar aradım,
Kurulabileceğim güvenli konfor alanları.

Onlar istemedi benden böyle bir şey.
Ben gittim.
Durup kirletmeli miydim?
Evet!

İdil Demir
Mayıs 2008, İzmir

7 Aralık 2008 Pazar

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ O


…O…

Anlamıştı dipsizliğe doğru sürüklendiğini
Hissetmişti ihtirasın heyecanlı şehvetini
Yaşamıştı aldanmayı, aldatılmayı, aldatmayı
Neden sonra sızlamıştı bacakları arasındaki kalbi

Sözleşmişti gelgitler eşliğinde “o” kadınla, adamla
Garipsemişti söz’e gelen cümlelerdeki benliğini
Gitmişti korkmadan, utanmadan “o’nu” yaşamaya
Neden sonra sızlamıştı içindeki çocuğun kalbi

Hüzün basmıştı zaman ilerledikçe aitsizliğine
Arsızlaşmıştı bir anda heyecanındaki utanmazlıkla
Durduramamıştı kokusunu aldığı o doyumsuz zevki
Neden sonra sızlamıştı ardında bıraktığı kalbi

Yaşayamamıştı tek bedende, tek kalbi, tek kişilikle
İşlemişti her defasında cinayeti tek silahla, farklı bedenlerde
Dönememişti, alıkoyamamıştı, alıkonamamıştı…
Neden önce anlamamıştı, anlayamamıştı…
Neden sonra yanılmıştı…

İşte sırasıyla
Aldanmıştı, aldatılmıştı, aldatmıştı…
Öğrenmişti “O” içimizde yaşarken…

20.08.2008
16.16
İSTANBUL
Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Deli Dumrul'la Pazarlık


Deli Dumrul’la Pazarlık

tümdengeldim
yirminci yüzyıl elden teslim
olağan yayın akışı ego üst kurumu tarafından durdurulmuş
modifiye dünyaya

altı buçuk milyarı geçkin çöpten adamın ortasında açtım
kör taşıyla uyandırılmış bakire gözümü
adam asmaca oynarken intihar ediyordu bu çöpten adamlar
bir mektup bile bırakamadan çocuklarına

“Müessesemizin ikramı” dedi şeytan
kara merhemi öğütlüyordu sevgi yoksunu sırt ağrılarıma
bir-sıfır sahaya yenik çıkan melek beliriverdi şeytanın karşısında
kara sabunu uzatırken nasırlı ellerime
“Haksızlığa uğramak kaçınılmazsa, zevk almaya bak”dedi
hoppalaaaa!

tümevardım aniden
basit bir insanım sadece ben
basit küme olamayacak kadar da karmaşığım
siyah ile beyazın tümleşiği
çok bilinmeyen bir kişilikli denklem

yarısı dolu bardaktan farksızım aslında
hani şu bardağın yarısı boş mu, dolu mu polemiklerinin sahibi
başı dertli bardak
yüzde altmışım su!
eh işte, hıyardan halliceyim
bir de su şişesinde insan olsam…

varlık boyu “Yaşam!” dediler
olmakla olmamak arasına atılan asma köprüye
köprünün bir ucunu yüzde bir doğmak üzere olanlar tutuyordu
diğer ucunu yüzde bir ölmek üzere olanlar

şimdi o Deli Dumrul hikayeden çıkıp gelse
“Köprüden geçersen otuz , geçmezsen kırk akçe” dese
ona derdim ki “Al benden sana yüz akçe”
“Harca tepe tepe”

yaşamak…
her şeye rağmen güzel
ve değer!
“Bir yüzlük daha versem ikinci kere geçebilir miyim
tek vergisi insan olmak olan o köprüden?”

İdil Demir
Mayıs 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Ayna Ayna


Ayna Ayna…

-Ayna ayna söyle bana…
Ben kimim?

Cevap :

-Sen bensin.

Karşılık :

-Ukala!

İdil Demir
Ekim 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Çelişki ve Tesadüf


...çelişki ve tesadüf…

Üzerinde fazladan bir ağırlık
Yürümesinden belli olurmuşçasına
Adımları derinden, ağırdan…
İçinden bin bir ses yankılanan rüzgârlarla
Tanımlamalar bir çelişkinin izini sürüyor…
O çelişki ki, gölge oyunları ile hayatını sürdürüyor
Bir görünüp bir kayboluyor mesela
Ya da
Bir büyüyüp bir küçülüyor, çelişki…
Öyle ki bir tesadüf gibi…
Olmadık zamanın, olmadık mekânında
Olmadık bir sesin, olmadık bir şekilde duyulmasıyla…
Ama farklılıklarla;
Çelişki inceden yıpratırken yaşamları
Tesadüf bir elin sonsuzluğuna dokunabilir…
Çelişki zorlaştırırken nefes almayı
Tesadüf bir nefese can verebilir…
Çelişki kuruturken sevgileri
Tesadüf bir kalbe göz kırpabilir…

Tesadüf, çelişkinin kardan ayak izleri
Çelişki, tesadüfün ancak tesadüfü olabilir…

03.50
14.09.2008
İstanbul
Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Sentetisyen


Sentetisyen

Sentetik ağlama.
Sentetik gülme.
Sentetik arkadaşların, aşkın olmasın,
Hele ki sentetik ailen asla!
Sentetik güneşler doğurma tepene.
Sentetik yakamozlara şiirler yazma.
Sentetik çimenlerin üzerine uzanıp,
Sentetik kitabını okuma.
Sentetik suyunu içme.
Sentetik sofrana oturup da ağzının tadını kaçırma.
Günü bitirdiğinde sentetik yatağına yatıp uyuma.
UYUMA!

Evet, anestezili hayatında hiç acı yok.
Hayal kırıklığı, beklenti, çaba…
Evet, çok rahatsın böyle ama…
Sen sen ol,
Sentetikten olma.

İdil Demir
Ağustos 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Veba-li Boynunuza


Veba-li Boynunuza

Labirentlerimde kemrilen bir fare.
Fareyi kemiren zehirli peynir.
Doğru ve yanlışı öğütemez olmuş azı dişim.
Saçmalıklar saçılmış ağzımın içinden, ta içime.
Peynir öldü.
Fare beyaz, küçük, sevimli.
Her an coşturuyorum atlı karıncamı.
Ben mutlu, dünya da benle beraber mutlu.
Bu aralar ve bundan sonra,
Size pek bir umursuzum.
Alın vebanızı da gidin!
Veba-li boynunuza…

İdil Demir
Temmuz 2008, Çeşme

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Çekişme



…çekişme…

Istırap dolu anlarını düşünüyor
Mumun alevinde gölgesiyle oynuyor
Işık oyunlarıyla kendini kandırıyor
Acı duvarlarının işlemesi oluyor!

Bir anda gece usulca çekiliyor
Istırap korkusuzca yayılıyor aydınlığa…
Ayrılık mumun isiyle karışıyor havaya…
Yokluğumsa tatsızlık hissettiriyor

Anlaşılan garip bir çekişme var!
Istırap geceyi
Alev gölgeyi
Sen beni istemiyorsun…

Ben seni çizerken hayatıma…

Özgür Ekren

6 Aralık 2008 Cumartesi

YAZDIKLARIMIZ/Öykü/Memuriyet


Memuriyet

Masanın üstünde yığılı duran klasörleri tozlu raflara kaldırdı.Sümenin içine aceleyle birkaç tane kağıt sıkıştırdı.Bilgisayarını kapattı.Kalemliğine gömleğinin cebindeki kalemleri koydu.Çantasını toparladı. Mesai arkadaşlarına “ İyi akşamlar” dedikten sonra soluğu muhasebede aldı. Maaş günü nihayet gelmişti. Yorgun gözleri birden parıldadı. Sabırsızlıkla muhasebecinin işini bitirmesini beklerken ceketinden sarkan iplikleri kopardı , ceketinin dizlerinin yeni bir yama isteyip istemediğini kontrol etti.Terden alnına yapışmış saçlarını düzeltti.Kravatını gevşetti.Muhasebeci, memur adamın bordrosunu inceledikten sonra kasadan bir miktar kağıt para çıkardı.Tam maaşını uzatıyordu ki delgeçle paraların ucunu kopardı ve memur adamın eline koparılmış paraları tutuşturdu. Adam şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu. Yalnızca “ Ama… Ama…” diyebildi. Muhasebeci iki elini yana açarak “Ne yapalım !” dedi.Adam boynu bükük kapıdan çıkıp gitti.

Otomobil pazarından bin bir türlü borca girerek aldığı külüstür arabasına bindi. Akşam trafiğine karıştı. Aklından arabanın ödenmemiş senetleri teker teker geçerken birden benzin ışığı yandı ve araba durdu. “Daha sabah benzin almıştım .” diye düşündü. Araba “ Ne yapalım!” der gibi sileceklerini iki yana açtı.Adamla sanki dalga geçiyordu.Memur adam arabadan indi , sinirle kapıyı çarptı.Yoluna yürüyerek devam etti.

Cebinden telefonunu çıkardı. Karısına başından geçen bu garip olayları anlatacaktı.Tam arayacaktı ki telefonunun yarısının olmadığını fark etti.Telefonunu kaldırıma fırlattı. Dumanlar çıkan telefondan bir ses duyuldu: “ Ne yapalım sayın abonemiz , üzgünüz …”

En sonunda mahallesine gelmişti kafası iyice karışmış bahtsız memur adam. Başı öyle çok ağrıyordu ki kendini mengeneye girmiş gibi hissediyordu. Eczanenin önünden geçerken “Ağrı kesici ilaç alsam fena olmayacak .” diye düşündü. İçeri girdi, ilacın ismini söyledi.Eczacı kadın raftan aldığı ilaç kutusunu makasla kesip torbaya koydu.Adam tozutmuş gibi kendi kendine gülmeye başladı. Eczacı kadın “Ne yapalım!” dedi. Elini iki yana açtı.Adam kahkahalar atarak yoluna devam etti.

Bakkalın önünden geçerken “ Bi ufak alayım iyi gelir.” diye düşündü.Bakkaldan rakı, ekmek, karpuz istedi.Bakkal rakıyı masaya vurup kırdı. Ekmeği bıçakla kesti. Karpuzu yere attı, parçaladı.Kırık şişeyi, kesik ekmeği ve parçalanmış karpuzu torbaya koyup adama verdi.Ellerini iki yana açarak “ Ne yapalım!”dedi.

Memur adam elinde torbalar sendeleyerek evinin merdivenlerini çıktı.Hali perişandı. Zile bastı. Kapıyı karısı açtı. Kadının üzerinde sağ tarafı olmayan bir elbise vardı.İç çamaşırları gözüküyordu. Adam dudağının ucuyla sırıttı.Torbaları içeriye fırlattığı gibi karısının üstüne atladı.

Televizyonda tok sesli bir adam konuşuyordu “ Şok…Şok…Şok…Halkın Sesi’nde bu hafta devletin halktan kestiği vergiler ve maaşlardaki kesintiler masaya yatırılıyor.Sakın kaçırmayın, üzülürsünüz.” Memur Adam bu tok sesle uyuyup kaldığı koltuktan sıçrayarak uyandı. Kan ter içinde kalmıştı.Terini pijamasının koluna sildi. “ Neyse ki rüyaymış.Gece gece kızartma yedim.Dokundu herhalde.Hanım, o kadar da tembih etmişti.Gerçi rüyanın sonu fena değildi hani !” dedi.Televizyonu kapattı.Işığı söndürdü. Yatak odasına uyuklayarak gitti. Karısının yanına sırnaşık kedi gibi sokulup yattı.

Çalar saatin ötmeye başlayan gıcık sesi saatin altı buçuk olduğunu gösteriyordu memur adama. Karısıyla beraber kalktılar. Kadın kahvaltı sofrasını kurarken adam da tıraş oldu, giyindi. Kahvaltısını bitirdikten sonra karısının yanağına öpücük kondurdu. Akşama bir isteğinin olup olmadığını sordu. Kadın maaş günü olduğu için sevinçliydi. Adama akşam rakı almasını söyledi. Memur adam rüyasını unutmuş olacak ki gayet rahat bir şekilde “ Tabi, alırım karıcığım” dedi.

Memur adam masada yığılı duran klasörlere gömülmeden önce muhasebeye gitti. Maaş günü nihayet gelmişti. Uykulu gözleri birden parıldadı. Sabırsızlıkla muhasebecinin işini bitirmesini beklerken ceketinden sarkan iplikleri kopardı , ceketinin dizlerinin yeni bir yama isteyip istemediğini kontrol etti.Taramayı unuttuğu saçlarını düzeltti.Kravatını bağladı.Muhasebeci, memur adamın bordrosunu inceledikten sonra kasadan bir miktar kağıt para çıkardı.Tam maaşını uzatıyordu ki delgeçle paraların ucunu kopardı ve memur adamın eline koparılmış paraları tutuşturdu. Adam şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu. Yalnızca “Ama… Ama…” diyebildi. Muhasebeci iki elini yana açarak “Ne yapalım !” dedi.Adam boynu bükük kapıdan çıkıp gitti.

İdil Demir
Kasım 2007,İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Ya Sen Ölüyorsun Ya Sen Yaşıyorsun


…ya sen ölüyorsun ya sen yaşıyorsun…

Asiyim hayata
İsyanım sensizliğe
Ya yazarım durmadan
Ya şarkı söylerim…
Ya kelimelerde bulurum sensizliği
Ya da melodilerde…

Bir içki şişesi elimde
Duruşum yıllanmış şarap gibi
İçilmeyi bekliyor aşkım…
Saçlarım ağarmış
Yüzüm kırışmış
Bekliyorum öyle bir köşede
Elimde yıllanmış saçların
Gözlerimde sen...
Ya gözyaşlarım konuşur böyle anlarda
Ya da sesim ağrır…

Asiyim kendime
Söz geçiremiyorum benliğime
Hala yaramaz oyunlar oynuyor
Hala akılla duygunun savaşını sürdürüyor
Ya sen yaşıyorsun ya sen ölüyorsun…

Asiyim,
Ya yaşamak zor geliyor artık
Ya da sensizliğe çare bulmak…

Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Hamam


Hamam

Kükürtlü sabunla yıkandım
Kırk tas su döktüm
Picasso bozması kırkyama muhteviyatıma
Göbek taşına yatıp
Bir de güzel kese attırdım
Oh, mis
Benden temizi yoktur şu dünyada

Her şey tamam da
Hazır akça-pakça olmuşken
Giymenin alemi var mıydı ?
Lağımcı botlarını hamam çıkışında

Sordum kendime
Arınmış öz
Ne yapacak bundan sonra
Kirli çarkta
Bir başına?

İdil Demir
Ekim 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Kendin


…kendin…

Yokluğu ile kendi varlığın arasındasın
Tıpkı ayla güneşin kavgası gibi
Mutluluk isteğin geçmişteki yaşanılan
Ay ile Güneş aydınlatma savaşında sanki

Benliğini bir yere emanet etmiş gibisin
Ne Ay ne de Güneş bilmiyor kendi güçlerini
Sen de bilmiyorsun işte kendi önemini…

Zannetme ki Güneş olmasa Ay olacak
Ama Ay olmasa Güneş…
Zannetme ki “O” olmasa kendin olacak
Ama kendin olmasa “O”…

Ay beklemeli gecenin gelmesini
Kendini yaşamalı ki O nefes alabilsin
Güneş aydınlatmalı her yeri, Ay’ın görünmemesini…
O olmalı ki benliğine huzur versin…

Bu düzen içinde,
Önce kendin olmalı
Ay’ın o sıra dışı görüntüsünü görmek
Güneş’in sıcaklığını hissetmek için

Sonra “O” gelmeli…
Seni,
gündüz Güneş’in
Gece Ay’ın altında
Sevebilmesi için…

Ay,kendin...Güneş,O…

17.24
25.08.2008
İSTANBUL
Özgür Ekren

5 Aralık 2008 Cuma

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Sıfır Çizgisi


Sıfır Çizgisi

Yosun kokulu denizde
Sallanan tekneyim
İri yarı denizci biner
Elinde deniz feneri
Sakalları tıraşsız
Saçlarında tarak izi

Akşamcıların elinde şıngırdar şişeler
Şarap kokar sahil boyu
Dal kıpırdamayan usulluğunda fısıldaşmalar
Kulağımda kahkahalar birden patlar

Su sıçrar delikanlının denizin dibine attığı taştan
O taşın yerinde olmayı arzular melankolik
Yosmalar süzer etrafı etraflıca
Ucuz parfümlerine karışan ter kokuları
Duvar diplerine sinmiş

Gökyüzünde yıldızların fener alayı
Balıkların resmigeçidi var tam aşağıda
Sarhoş dubaların dalgalara yazdığı son şarkısı
Ve mehtaptır denizle anılmaktan bıkmayan

Ve ben hep olmak istediğim yerdeyim
Ne yerle birim
Ne gökle yeksan
İki maviliğin arasında
Sıfır çizgisindeyim
Kimse bilmez beni
Ben herkesi bilirim

İdil Demir
Ekim 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Birazcık Özlemeliyim Seni




…birazcık özlemeliyim seni…

Birazcık özlemeliyim seni
Birazcık da hayalinle yaşamalıyım hislerini
Belki gözümden kaçanlar vardır yan yana iken
Hani tartışmalar gözlerimizle susturulurken…
Belki de
Sahiplik duygusuna yenik düşebiliriz…
O yüzden,
Birazcık özlemeliyim seni…

Hani öyle sıradan özlemler gibi değil
Gün bitiminde ayrıldıktan sonra yaşanan…
Ya da hafta sonlarının araya girmesi gibi değil…
Bir tutku gibi, bir dans eşliğinde…

Hani öyle saatler, günler olmamalı “özlem” için
Ayları devirmelisin hissetmek için
Gerekirse hayallerinde koklamalısın onu…
Bir bebek gibi, bir melodi eşliğinde…

Hani öyle basit cümlelerin içinde geçmemeli “özlem”
“ Seni çok özledim.”
Böyle olmamalı hissedilen, yazılan…
Hissederken kalbin çıkmalı yerinden
Yazarken kelimeler bulunamamalı tarifi için
Bir gözlerin anlatmalı, bir de yüzünden süzülmeli…

Hani öyle üzgün, mutsuz hissetmemelisin özlediğin için
Yeri geldiğinde yokluğu bile mutlu edebilmeli ki
Özlem değerlensin özel bir an gibi..
Ve
Güçlendirmeli seni…
Bir yokluğuyla, bir de…

Yoksa…
Aşk, devamlılığı ile bizi yıkabilecek bir büyüklüğe ulaşabilir…
Birazcık özlem aşkı dizginleyebilir…
Korktuğumdan değil…
Sadece birazcık özlemeliyim seni…
Biliyorum ki aşk,
Özledikçe,
Özlendikçe var olacak bizim için…

00.58
12.09.2008
İstanbul
Özgür Ekren

4 Aralık 2008 Perşembe

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Gedikli İnsan


Gedikli İnsan

Sayfalar yakılır kazanlarda,
Cüruflarını toplarım harflerin.
Harfler ki demirden ;
Yalım yalım yanar,
Tutsam kana dövülür ellerim.

Romanlarım, siyah beyaz fotoğraflarım dumanlaşır,
İse bulanır gözlerim.
Gözler ki meyve çekirdeği kadar öz ; tohum
Ağlayamaz.
Yalan da söylemek istemez;
Ama haindir bazen gözyaşı,
Akar tersine, eritir seni.

Bir cüce labutları devirir,
Labutlar insan gibidir.
Bir gün bir bakmışsın dişinin ağrısı tutmuş,
Sanırsın dünyanın sonu gelir.

Topun caddeye kaçmıştır,
Platonik aşkın başkasına bakmıştır,
Patronun sana fırça atmıştır.
Maaşın yan gelip yatmış, borçların sana kazık atmıştır.
Hepsi kurmacadır.
Hepsi yakılır!
Yalım yalım yanar dünya,
Geriye bir sevebildiklerin kalır.

Dünyanın tek yapıtaşı insan;
Ve insanlar ki bu kadar kötü:
İçlerindeki arsız gediklere en kolay düşüp duranlardır.

İdil Demir
Mayıs 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Yazdım


Yazdım,

Suskunluğa yazdım kendimi
Zaman akıp giderken senin içinden
Durgunluğu seçtim kendime
Sevgi, riyakârların oyunlarını süslerken…

Yazdım,

Düşe yazdım geleceğimi çizerken
Beyazı gördüm siyahın içinde
Siyahın beyazla kavgasını yazdım…
Kavramların unutulduğu şehrimde…

Yazdım,

Şarkıların aşkları anlattığı cümlelere
“Seni” düşürmekten korkmadan
Melodinin sesini sözcüklere yükleyerek
Sonsuzluğa yazdım…

Yazdım,

O’na yazdım, senle birlikteyken…

Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Kadın


Kadın

Kızıl tipinin hükmünde boz ağaç
Buz yanığı kokuyor fışkırmış kökleri
Dut yemiş kadınlığının meyvesi ölgün dudaklar
Aslında muhbir sevişmelerin haylaz iblisi

Med-cezir arzuların batığını kazıyor buhur erkeği
Anahtarları tek tek deniyor
Kapı olmuş çekinik kadınlığında
Sır çalan aşkı boz ağaca salık veriyor
Ten uyumundan tine varış yolunda

Kadın mayhoş
Kadın buz çıplağı
Düşlemleri iletken gerçeğe
Aşktan usanmayanı
Ahmak ıslatan yağmuru tutkularında
Saçının telinden ayağının dibine ıslananı

Kadın gözünün yaşında
Ruhunun nemli kasvetinde
Poseidon’u arayanı

İdil Demir
Ekim 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Öykü/Adı Yok

...Adı Yok...

Kadere emanet ettiği hayatı ile geleceğe umutsuzca bakıyordu. Kendisine ait bir dünya yaratılmamış olmasından şikayetçi olmasına rağmen yapabileceği bir şeyler olduğuna kendini inandıramıyordu. Savruk hayatların uğrak noktası olmuştu Ömür’ün kalbi.
Sanki hep aynı yerde birilerinin onu gelip bulması için bekliyordu. Sıradan bir hayat sürüyordu. Şehrin o yoğun trafiğinden herkes gibi şikayetçi oluyordu ama sadece yolculuk sıralarında. Diğer zamanlarda öyle fazla sorunlarla uğraşmak istemezdi. Tutkusuzdu yaşamı. Göle nazır küçük ama sevimli bir evi vardı, gerçi kiradaydı. Yine de başını sokacak bir evi olduğu için kendini şanslı hissediyordu. Ama şans ona bugüne kadar çok yaklaşamamıştı. Lakin savruk yaşamların, akıl almaz zamanlarda ortaya çıkması kaderinin kötü tahliller üzerine kurulu olduğu düşüncesini sokuveriyordu hemen beynine.

Akşam üstüydü, yine bu düşünce tam beynin içerisinde dolaşırken yanında oturan bayanın cümleleri ile daha bir karmaşık hal alıyordu her şey. İşinden eve dönmek üzere o hep beklediği tren istasyonun, o hep oturduğu banka oturmuştu. Öyle takıntıları vardı kendi içinde. Sıradanlığı severdi. Farklı bir şey yapma düşüncesi onu korku ile yüz yüze bırakabilirdi hemen. Kadın, trenin neden gelmediği gibi gayet basit bir soru ile konuya girmiş, Ömür ise kadının konuşmasından önce fark etmemiş olmasına rağmen konuşmaya başladığı andan itibaren bitmesini hiç istememişti. Çünkü kadın konuştukça garip bir huzur rüzgarının teninde dolaştığını hissetmişti. Sonunda kadın sustu ve Ömür,

- Merak etmeyin yaklaşık 3 dakika 28 saniye sonra burada olacak, eğer yolda bir aksilik çıkmazsa, diye cevapladı.

Cevabı gayet kesin ve net olmasına rağmen söylediği “eğer yolda bir aksilik çıkmazsa” cümlesi kadından konuşmayı devam ettirmesini ister gibiydi. Kadın bunu hissetmiş olacak ki Ömür’ün konuşmasını bitirir bitirmez hemen sözcüklerini peşi sıra sıraladı.

- Umarın dediğinizi gibi olur, çünkü yetişmem gereken çok önemli bir akşam yemeği var.

Ömür, akşam yemeğini duyduğu anda o kötü talihine küfretmeye başlamıştı bile.

Kadın ardından elini uzatarak

- Ben İlkim” dedi.

Ömür kadının dudaklarından o ismini oluşturan harflerin çıktığı andan bitene kadarki o kısacık geçen zaman dilimi içerisinde yıllardır kullandığı o harflerin böyle hoş bir isim oluşturabileceğini tahmin bile edememişti. Aslında gayet sade bir isim olmasına rağmen bu kadar abartmasının sebebi tenindeki o huzur rüzgârlarının verdiği heyecandı. Ardından şaşkınlığını üzerinden hemen atıp, elini uzatarak

- Ben de Ömür dedi.

Tenlerinin o birleştiği anı durdurmak istedi. Elini sıkarken gözlerinin içine sıcacık baktı, Ömür. İlkim bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemedi, çünkü Ömür o kadar uzun tutmuştu elini ve o kadar uzun süredir bakıyordu ki İlkim’in gözlerine elini kaçırmak için küçük bir hamle yaptığında Ömür hemen kendine geldi. Tam o sırada trenin geliş sesi rayların yardımıyla uzaklardan duyulmaya başlamıştı. Ömür durumun farkına vardığı anda yüzünde ufak çapta bir kızarlık oluştu. Ardından durumu toparlamak için,

- Tanıştığıma memnun oldum İlkim Hanım, ben de Ömür. Bakın tren de tam dediğim saatte geldi.

İşte o anda içinden yıllardır geç kaldığında sinirlendiği, neden hep beni bulur bu geç kalmalar dediğini hatırladı birden. Ve bu sefer neye, neden sitem duyacağını bulamadı.

- Evet, gerçekten çok dakiksiniz. Sanırım uzun zamandır bu trenle gelip gidiyorsunuz?

Diye soru eklemeyi de ihmal etmedi, İlkim. Ve o anda birlikte trene bindiler.Ömür tren kalkarken sanki yıllardır bu soruyu beklermişçesine anlatmaya başladı.

- Aslında bakarsanız uzun zamandır kullandığım doğru bu mereti.” dedi Ömür. Sanki kullandığının kötü bir alışkanlıkmış gibi anlatması dikkatini çekti, İlkim’in.

Ardından devam etti.

- Okula gelip giderken öyle pek yol güzergahını değiştirmeyi sevmem. Zaten başka da bir seçeneğim yok. Asıl benim aklıma takılan yıllardır bu treni kullanmama rağmen sizin kadar zarif bir hanımefendiye nasıl olurda rastlamam.

Öyle heyecanla söylemişti ki bu cümleleri kendi bile kendine hayret ediyordu. O anda yüzüne bakmak istedi, Ömür… Ama gözlerini İlkim’den alamıyordu. Bu cümle karşısında nasıl bir karşılık geleceğini hiç düşünmeden, sanki yıllardır içinde biriktirdiği özünü dışarı kusar gibiydi.

İlkim böyle bir iltifatı beklemiyordu açıkçası. Ne demesi gerektiğini düşünmeden birden

- Aslına bakarsanız pek sık kullanmam bu treni, bu akşam annemin doğum günü, akşam yemeğine geç kalmamak için treni kullanmak istedim.

İşte harika bir cevapla karşı karşıya kalmıştı, Ömür. Akşam yemeğinin bir sevgiliyle olabilme ihtimali en önde geliyordu çünkü. Diğer ihtimalleri sıraya bile koymamıştı ki. Ancak yine de emin olamıyordu İlkim’ in hayatında birilerinin olmadığına. Bunu öğrenmek için yeterli zamanı olmadığını düşünüyordu. Baksana iltifatın karşılığını bile hala alamamıştı. Ne söylemem gerekiyor acaba diye düşünürken içinden o anda İlkim’ in gözlerinde takıldı gözleri…

İlkim, o anda yaşadığı heyecanın annesinin doğum gününü kutlayacak olması mı yoksa Ömür ile tanışması mı olduğunun tereddüdü içine girmişti bile. Gözleri yoldaki trafiğe takıldı. İnanılmaz bir yoğun bir trafik vardı. Ve “iyi ki de treni kullanmışım.” diye içinde iç geçirdi. Bir de Ömür ile tanışması vardı tabii ki, trene teşekkürler ediyordu sanki duruşu ile ( nasıl duruyordu? Trene bindiklerinde ayaktamıydılar,yoksa oturacak bir yer mi buldular? )…

- Treni kullanmakla çok akıllıca bir tercih yapmışsınız. Şu trafiği görüyor musunuz? Diye vücut diliyle dışarı gösteriyordu,Ömür.

Bir çok insan için kabus olan trafik onlar için bir mutluluk kaynağıydı resmen. Zaman giderek daralıyordu. Acaba hangi durakta inecek diye düşünürken,

- Sanırım benim sıram geldi. dediği anda Yeşilköy tabelası okunmaya başlamıştı bile.

Ömür bir önce bir şeyler yapmalıydı. Onu bir daha göremeyeceğinin korkusu sardığını anda içini kalp atışları daha hızlı çarpmaya başladı. Ne yapmalıydı? Telefon numarısını istese çok mu hızlı bir giriş olurdu, yoksa mail adresini mi verseydi. Sanal alemin aşkı olmasını istemezdi İlkim’in. Öylesine sitem dolu ki aslında şu sanal alem aşklarına, kelimelerle yaşanan duygulara. Ama şuanda bunları tartışması için doğru zaman değildi. Hemen bir şeyler bulmalıydı. Çünkü durağa gelmişti tren ve kapılar açılmak üzereydi, oysa Ömür burada inmeyecekti. İlkim,

- Kal sağlıcakla, iyi akşamlar sana. Dedi ve ilk adımı atıp perondan inmişti bile. Ömürse hala bir şeyler bulma telaşındaydı. İlkim’i yeniden görmesini sağlayacak farklı bir yol bulmalıydı. Onu daha ilk tanışmada etkilemek istiyordu çünkü. Yoksa hangi kız daha ilk tanışmada bir erkeğe telefonunu verirdi ki. Verse bile o kız Ömür için ne kadar uygun olabilirdi ki. Ama İlkim’in farklı olduğunu hissetmişti daha ilk konuşmada. O yüzden öyle bir an yaşatmalıydı ki ona İlkim’de onu bir daha görmek için can atmalıydı.

- Sanırım ben de burada inmeliyim bu akşam.

Özgür Ekren

3 Aralık 2008 Çarşamba

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Son Mutlu Soncu


Son Mutlu Soncu

Hep mi hüzünlü olur arka balkonlar akşamüzerleri?
Demir perçeme alnını yaslamış al sardunya.
Işık ve gölgenin oyununda bir ırgat şehir.
İnsanlar makine, taşlar karton.

Hep mi ağırdan batar bu ölet güneş?
Yoksa bana mı ağırdan alıyor melodram sahneyi?
Muğlaklığında ağlak bir karakter.
Ve suflajını yapıyor iç sesim.

Grisi toprağına kazıklı şehrin son mutlu soncusu,
Şimdi hüzne esirlenmiş perdesiz pencere.
Ya sabah olsun, ya akşam.
Akşamüzeri eskitiyor bendeki renkleri.

İdil Demir
Eylül 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/Sen, Ben Ve Şehir


…sen, ben ve şehir…

Gözyaşlarım bile yorgunken
Seni aramak adına şehri izliyorum
Korkusuzca en yüksek tepesinden…
Haykırıyorum sesim yettiğince
Bazen de susuyorum sabredebildikçe
Korkum seni bulamamak değil
Ya da sana ulaşamamak değil
Seni bulduktan sonrası
Seni gördükten sonrası


Oysa görmeden, bulmadan öncesi…


İçimi sızlatan bir acı var yüreğimde
Durmaksızın kanayan…
Kanadıkça emiyorum geçmişimi.
Sanki içime çekmek gibi nefesimi…
Seni görmeden de yaşarken bunları
Peki, bu korku neden?
Ya da bunca sorgulama…
Şehir alabildiğine ışıl ışılken
Yüreğim neden karanlık bir mizah çiziyor ömrüme?
Yaşamlar karışıyorken ışıkların gölgesinde
Neden ben seni düşlüyorum?


Oysa gördükten, bulduktan sonrası…


Zamansız gelen deprem misali yüreğim,
Fay kırıkları biraz fazla derinleşiyor
Ve birden kırılıyor…
Öyle parça parça değil artık
Bir noktadan ve olabildiğince derinden
Şehirler karanlığa bürünüyor…
Gözler seçemez oluyor tenini…
Tepenin bir ucunda ben, şehrin diğer ucunda sen…

İşte seni bulduktan, gördükten sonrası…
Yıkılmış bir şehir
Kanayan iki yürek…

Özgür Ekren, Rouen… 19.03.2008

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Sonbaharda Sen


Sonbaharda Sen…

Kırdı biri, çat!
Mavi cam çatlayıverdi.
Ağlıyor biri birilerine,
Ya da birbirlerine.

İlk yağmur …
Pencerem hüznün ıslak yüzü.
Bu kadar hüznün içinde,
Rüzgar beni seviyor!
Biliyor beni hangi koku çıldırtır:
İğne yapraklı çam ağaçların yeşil ve kırık kokusu.
İçimde sırılsıklam ıslanmış bir çocuk!
Çocuk biliyor ne mutlu eder onu:
Toprağın yağmurla seviştiği o koku…
Bulutlar elini açmış; bonkör.
Sevinçle bağırıyor:
“İşte veriyorum yağmurunuzu,
Yıkanın!
Işıklar, evler, denizler, otlar, insanlar…
Hepinize masumiyet suyu!”

Yağmur beni seviyor,
Peki, neden hala mutsuzum?

Bir omuzda bana uzatmış penceremden.
“Anlıyorum.” diyor…
“Ağla, açılırsın.”
O biliyor…

…O…

Sonbaharda sen…
Bugün daha siyah, daha kırmızı.
Da-ya-na-mam.
İçimde mahkeme kurulur.
Konuşursun:
“Ağırlaştırılmış müebbet istiyorum!
Suçu:
Beni kendisinden çok sevmesi…”

Yağmur kesildi.
Biri birilerine sustu,
Ya da birbirlerine.
Telaşlı umutlarım.
Bende akılsız, savruk koşturmaca.
Yağmur erken mi geldi nedir bu sene?
Hala o…

Gelecek…
Üşüyorum…

İdil Demir
Sonbaharın ilk yağmuru, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Bir Manzaraydı Aşk



…BİR MANZARAYDI AŞK…

Bir manzaraydı aşk…
Çamlıca tepesinden başlayıp da Boğazın o serin sularına kadar
Hemen hemen bütün İstanbul tanık olmuştu sevişmelerimize…
Bir manzaraydı aşk…
Boğazın sakinliği vardı üzerimizde,
Modanın o huzurlu sokakları,
Anadolu’yduk biz…
Sessiz sedasız yeşeriyorduk manzaranın
Bize verdiğini düşündüğümüz mükemmellikle…
Bir manzaraydı aşk…

Manzaranın içinde başlayan aşk,
Bir ressamın tuvalini süsleyecek kadar
Olağanüstülüğünü koruyordu…
Bir manzaraydı aşk…
Huzuru taşıyorduk her ressamın tuvaline…
Ardımızda bıraktığımız sahneler
Hep hüzün rolünü giyiyordu…
Bir manzaraydı aşk…
Bazen gözlerdeki yaş, bazen dudaklardaki tat…

Masalların içindeki hayal kahramanlarının rollerini üstleniyorduk sanki.
Her yaşadığımızın ardından izlenme rekorları kırıyorduk düş âleminde…
Bir düş’tü aşk…
Sakince yaşanan, ilk gününün heyecanını hep teninde hissedebilen
Bir düş’tü aşk…
Hayallerimizin eteğine sığınıyorduk her zaman.
Şimdi düşlerimde kalma vakti, zaman oldukça ilerledi.
Rüzgârlar, soğuk geçen iklimler,
Hiçbir deprem etkisi ya da artçı sarsıntı
Bu zaman dilimi içerisinde yıkamamışken düşlerimizi,
Nereden kesmişti o körpecik yüreğimizin ilmiğini düş kırıklıkları?
Bir düş’tü aşk…

Şimdi nerde bir manzara görsem , sen gelirsin aklıma, aşk…
Ne zaman hayallerimi süslemek istesem, sen olursun orada, düş…
Bir manzaraydı aşk…
Bir düş’tü aşk…
Ve biz yarım kaldık bir manzaranın içinde, düş’ün alevinde…


Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Patlıcan Musakka


Patlıcan Musakka

Her şey olabildiğince yumuşak olmalı
Sizin gözünüzde
Size dokunulmadıktan sonra
Eğri-büğrü akabilir hayat
Yeterki yumuşak olsun yastığınız
Sırtınız rahat

Ne de kolay bulmuşsunuz çözümü
Kaygısız, dertsiz…
Peki, bunca yazarın- çizerin ,
Adalet savaşçılarının,
Vicdan arayışçılarının,
Ekmek kollayıcıların
Suçu ne?
Onlar patlıcan
Siz can!

İdil Demir
Şubat 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Dilenci


…dilenci…

Tek ayağı ile tutunuyordu hayata
Köprü altının bir köşesinde oturuyordu çelimsiz bedeni
Plastikten bozma bir protez bacak duruyordu hemen sol yanında
Vücut dili anlatıyordu aslında bir şeylere ihtiyacı olduğunu

Ama neydi o ihtiyacı olduğu… ?

Giysileri biraz kırgın, biraz üzgünce duruyordu üzerinde, yırtık
Şapkası yüzünü örtmek istercesine öne doğru eğilmiş duruyordu kafasında
Sesi çıkmıyordu, çıkaramıyordu yılların yorgunluğundan
Ne hissettiği, ne düşündüğü önemsenmiyordu önünden geçen bedenler için

Sağ eli açık, dileniyordu birazcık umut
Gözleri açılıp kapanıyordu ayak seslerine göre
Önünde bir kap duruyordu paranın atıldığı, değersizleştiği
Kulağı pür dikkat kesiliyordu paranın o tok sesine

Acaba elleri sıcak bir tutuşu hak etmez miydi?
Ya gözleri İstanbul’un o muazzam manzarasını?
Ya kulağı denizle martıların çıkardığı o ortak sesi?
Ya kalbi birazcık şefkatin izlerini taşımak istemez miydi?

Suçu neydi peki?

Nasıl koptuğu ya da kesildiği bilinmeyen bir bacakta mı?
Kader denilen çizginin yazılmasında mı?

22.08.2008
15.32
İstanbul
Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Paradoks Suskunluğu

ağız dolusu susuyordunuz
beberuhiler çıkıyordu her taşın altından
iyilik kalpazanları şeytanın kahyalığını yaparken
parlak kırmızı balonlar dağıtılıyordu
“çuvaldızlılara”

ve siz gün gömenin ayyaşlığında
her ışık hüzmesine saldırıyordunuz

adem elmanızı kurtlar bürüyordu
çürüyordu ciğeriniz
beş para etmez oluyor
bataklık çiçeği kokuyordunuz

her çarka ayak uydurmanızla
şeytan, bir kız-oğlan-kız meleğin
düşünü daha düzüyordu

ve siz bütün bunlara
“Kendi çıkarım!”diyerek
ucubelerin çıkmaz sokağına
“İtinayla yardım ve yataklık yapılır!”
tabelanızı çakıyordunuz

“Böyle gelmiş, böyle gider…”dediniz hep
tarihin tekerrürü fırlamış tekerlekti
yoldan çıkmış ağır hasta vasıtanızdan
otuz iki dişinizi göstere göstere gülüşüyordunuz
üçüncü sayfa haberi serili trajik kazalıya hiç acımadan

ve ben
yaşamın paraya gebeliğinden ahlaka aşeriyor
ağız dolusu kusuyordum
kürtaja giriyordu kimi gebeler
Görüyordum…
lohusalar parmak sallıyordu bu “aptal” gebelere
kürtaj olunmadan kalkılıyordu
her nedense!

olmak ya da olmamak!
paradoksu çakılıyordu sığ sulara ansızın
insan bir kez daha anlıyordu
karnındaki doğmamış bebek kendisiydi

ve ne kadar da gebeydi kendine…

İdil Demir
Nisan 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Kendime Sevgili Olmak


…kendime sevgili olmak…



Gözlerim yorgun bugün
Yılların getirdiği o kalın çizgiler
O belirgin çizgiler
Aynanın karşısında duruyorken
Benden kaçmak istercesine
Hayal gücüme bağlı olarak
Olmadık şekiller oluşturuyor yüzümde…

Aklın sınırları içerisinde kalmak
Kalbimin sınırlarını aşmak…
İşte bu kendime sevgili olmak…
Varlığıma anlamlar katacak hayaller kurup
Bunları başarmak adına kendimi aşmak…

Hayatta bir kez olsun aynanın karşına geçip dilediğinizi söyleyebildiniz mi?
Kalın çizgiler içerisindeyken yüzünüze?
Geçmişinizin ağır yükleri geleceğinizdeyken?
Ya da
Korkusuzca ayrılabildiniz mi o hep sığındığınız limandan?
O hep kenarda unutup bilmeden biriktirdiğiniz kendinizden?
O hep unuttuğunuz özünüzden?

İşte kendime sevgili olmak
Öyle durmaksınız limandan ayrılıp okyanusun dibine dalmak…
Öyle koşar adım yürürken düşeceğinizi bir kez hesaba katmamak…
İşte kendime sevgili olmak…
Geleceği düşünmeden ama geçmişi de unutmadan yaşamak…

Kendime sevgili olmak
Saatlerce kendimle konuşmak
Aynanın karşısında çizgilerimle oyunlar oynamak…
Kendime sorular sorarken cevaplarını aramamak…
İşte kendime sevgili olmak…
Korkmadan
YılmadanDurmadan
Kendime sevgili olmak…

Özgür Ekren
25/02/2008 02.53

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Bahar Düşü


Bahar Düşü

Bir yel çırpınır içimde
Bir düşe el ederim
Selam durup
Soğuk iklimlerin tenimden göçüne
Çocuklaşırım sebepsiz

İyi şeylerde var, bak!
Eflatuna, yavruağzına, beyaza
Tomurcuklanmış kahverengi
Apartman bahçelerinden sokaklara taşmış
Yaseminler, nergizler, canım hanımelleri

Parklarda çocuklar;
Tazeler, bebeler
Yemlenen kuşların bin kanadı arasında
Sevince kesilmişler
Ve anneler, babalar, insanlar…

Akın akın çarşı pazarlar
Vitrinlerde yeninin sergisi
Festival coşkusunda sahiller
Aynı ezgiyi tınılayan
Çay bardaklarının senfonisi

Daha içten mırıldanıyor şarkılar
Nüksediyor
Çayır çimene uzanma
Deniz, dere, şelale fark etmez
Suyun kenarında bitiverme isteği
Göçmek, gitmek isteniyor
Yeni yerleri keşfe çıkmak biraz da

Yaşama tutkusu ağır basıyor
Para-pul, iş, aşk, ülke meseleleriyle
Sıkboğaz olmuş yurdum insanında

Ve yurdum insanı
Her yaştan,
Her zümreden,
Her kimlikten,
Her farklılıktan
İnadına çocuk!
İnadına saf, güzel
Gördükleri düşleri de bir
Yaşama hakları ve eşitlikleri kadar

“Keşke…” diyor insan
Keşke her mevsim bahar olsa.



İdil Demir
Mart 2008, İzmir

2 Aralık 2008 Salı

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Aşk ve Sorular

…aşk ve sorular…

Gözlerimi dinlemelisin
Neden?

Tasvirlemek zorken yeşilini
Gözlerini anlatmalısınBiraz su, biraz yeşil…

Benliğimi duymalısın
Nasıl?

Kurtulmak zorken geçmişimden
Kalıntılarını kazımalısın benliğimin
Biraz aşk, biraz sevgi…

Kalbime girmelisin
Nerede?

Yaşarken yeniden doğmalısın bana
Güneşin sıcaklığını hissettirmelisin
Biraz kızıl, biraz tutku…

Ölüme koşmalısın
Ne ile?

Beyninle kalbinin bağlantısını kesip
Şehveti damarlarında hissetmelisin
Biraz kan, biraz yaşam…

Ne ile, nerede, nasıl, neden âşıksın?
ÖZGÜR EKREN

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Yolluk

Yolluk

Çayın tavından hallice gönlüm.
İyi gün fukarasıyım.
Olsun, buna da şükür!
Yolluk hazır.
Biraz güneş, biraz yağmur…
Çamuru gördüm mü bunlardan azıklanırım.
“Vay halimize!” deyip
Dizlerini sıvazlayan ihtiyar değilim amma,
Arada bir tutar gönlümün romatizması.


İdil Demir
Temmuz 2008, Çeşme


YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Yol



- Yol -

Ulaşmak sana
Gitgide uzayan bir yolda
Duraklar var elbet , var da…
Benim inesim gelmiyor bir türlü
Sana varamadıktan sonra

Aşk söz konusuysa
Varılanı değil, gidileni makbuldür
Öyle mi?
Varırsam sana aşk biter mi?
Biterse bitsin…
Elimden tutmuşsun, başbaşa yürüyoruz…
Dünyanın tepesi çökse üstüme
Üzülür müyüm sanıyorsun?

İdil Demir
Şubat 2008, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/ Deneme/Aşkın Bir Boyutu


Aşkın Bir Boyutu

...Aşk çöküntüm öyle bir noktaya geldi ki seninle olabilmek uğruna başka kadınların vücutlarında alıp veriyorum neredeyse her nefesimi. Onlara olan düşkünlüğümden değil, seni yaşatmak uğruna her şey. Onları mutlu ederken seni hayal ediyorum her defasında. Garip bir tutkuyla bağlanıyorum önce, ardından seni yaşayabilme, yaşatabilme düşüncesiyle damarlarımda bir heyecan… Alıkoyamıyorum bu istekten kendimi. Ne kadınların yollarını gözledim böyle zamanlarda, ne hayatların kesişme noktasında yakaladım kendimi… Acımaksızın her defasında senin tadına ulaşmak için onları kullandım.

Öyle haberler alıyorum ki senden. Sen de tıpkı benim gibi vücudunu aşka satıyormuşsun. Geçen günler de ortak arkadaşlarımızdan biriyle karşılaştım. Ayaküstü sohbet ederken istemeden ağzından kaçırdı gibi. Aslında benim böyle düşünmemi sağlamak için ağzından kaçırmış gibi davrandı. Her halinden belli oluyordu bilerek söylediği. Usulca dinledim olup biteni anlatırken. Benden sonra hayatına bir sürü insan girdiğini, her ilişkinde mutsuzlukların peşini bırakmadığını, bir türlü huzurlu bir hayat süremediğinden bahsetti. Öyle seri bir şekilde anlatıyordu ki bunları sanki özellikle yollanmıştı bana. Kaderin bir cilvesi gibi geldi bunu düşündüğüm anda. Hala ısrarla konuşmaya devam ediyordu, belli ki benim ağzımdan laf koparmadan, bir lokma da olsa dedikodu malzemesi almadan gitmeyecekti. Ben de inatla usulca dinlemeye devam ettim. Neredeyse yarım saat konuşmuştu. Bir anda aklıma, “bir gün gelecek bedenin bile yaptıklarına isyan edecek, mutsuzluğunun acısını bile benimle paylaşacaksın…” dediğim zamanlar geldi. Tanrı akıttığım onca gözyaşının değerli olduğunu anlatmaya çalıştığını düşündüm senin nasıl, ne halde olduğunu öğrendiğim anda.
En sonunda söyleyecek sözleri kalmadığının, yani dedikodunun sonuna geldiğini anladığı anda sustu. Benim bir şeyler söylememi istercesine gözlerimin içine bakıyordu.

- Herkes hak ettiğini yaşar. Dedim.

- Benim gitmem lazım, biraz acelem vardı. İyice geç kaldım.

Dedikten sonra, alelacele yanımdan ayrıldı. Bense senin şuan ki hayatın hakkında anlatılanlarla şok olmuş bir vaziyette, onca insan kalabalığının içinde usulca beklemeye devam ediyordum. Sanki hala gelecekmişsin gibi. Ben nereye, nasıl gidecektim? Bunları bile unutmuştum senin isminin geçtiği o ilk cümleden beri...

Kendi kendime anlatılanları toparlamaya çalıştım. Mutsuzdun, hayatın acılarla doluydu. Huzur yakınından bile geçmiyordu. Dünya başına yıkılmıştı resmen. Bunları düşündükçe çıldırıyordum. Ben onca kadınla seni mutlu etmek, seni yaşatabilmek için beraber olurken, sen nasıl bu hale düşmüştün. Nasıl vücudunu bu kadar kolay aşka teslim etmiştin.
En çok neyi merak ediyorum biliyor musun? Başkalarıyla sevişirken gözlerini kapattığın anda bize ait hangi anıyı eski bir film gibi tekrar tekrar oynatıyordun o en zevk aldığın anlarda? İşte bu sorunun cevabını öğrenmek için öyle kadınlar seçiyordum ki; aldatılan kadınları, yıllardır erkekleri bir oyuncak gibi kullanan kadınları… Gün geldi seni anlamak için günü birlik ilişkilerin içinde buldum kendimi.

Aşk, tutkuların izini sürerken beni iğrenç bir hayatın içine soktu. Ben de senin gibi mutsuz, bir o kadar da huzursuzum. Senin hakkında anlatılanlar benim hayatımdan farksız. Tek fark ben artık hayatımı herkesten her şeyden uzakta yaşıyorum. Kimse bilmiyor…

Özgür Ekren

YAZDIKLARIMIZ/Öykü/Bir Fahişenin Günlüğü


Bir Fahişenin Günlüğü

Sadık dostum günlük,

Gece yarısını geçeli epey oldu.Ne kadar zamandır pis duvarın yüzüne bakıp ağlıyorum, bilmiyorum. Saate en son baktığımda saat sıfır sıfır ,sıfır sıfırı gösteriyordu. Komik.Yeniden doğuş gibi.Yeni gün. İlk soluk. Ev hanımı Ayşe olsam yarına ait tahminlerim başka olurdu. Temiz yüzlü çocukların okulu, kocanın kuru temizlemeye götürülecek takım elbisesi, yatırılacak günü geçmiş faturalar, beyazlatılacak çamaşırlar ya da serçe parmağım kalınlığında saracağım etli yaprak dolması… Benim mi? Yarına dair iyi niyetli tahminlerim yok. Yatılacak kirli çarşaflar, koynuna girilecek obur erkekler ve daha çok fahişe kahkahası…Yarın benim için dünün tekrarı gibi. En iyisi mi ben sana dünden bahsedeyim.

Muhsin ağabey yeni bir adamla tanıştırdı beni. Adı: Ertuğrul. Müteahhit. Kibirli bir adam. Havasından geçilmiyor. Neymiş efendim, Dubai’deki gökdelenler de ne oluyormuş! İstanbul’a alasını dikecekmiş. Rakip şirket ihaleyi alırsa mesleği bırakacakmış, falan filan.Bütün gece bunları anlattı durdu.Sinir bozucu.Sevişirken bile dikeceği gökdelenleri sayıkladı.Sanki sevişmeye değil de içindeki hırsı boşaltmaya gelmiş kenar mahalledeki otel odasına.Otel dedim de,aklıma geldi.Bizim oteli koyu maviye boyamışlar. Satıldığım gece gibi.Ben olsam beyaza boyardım.Beyazda hiçbir şey gizli kalmaz.Ayıplar saklanamaz.Beyaz çabuk kir tutar.Belki, kenar mahallenin beyaz duvarlı otel odasında utanırdı insanlar para karşılığı vücut satın almaya.

Ertuğrul Bey, Muhsin ağabeyle benim için yüz liraya anlaştığını söyledi. Bir de ona göre muamele yap demez mi! İşimi öğretiyor. Müşteri veli nimetimizdir.Muhsin ağabey öyle öğretti.Yüz liranın ancak kırk lirası benim.Gerisi Muhsin ağabeyin. Adi herif. Ama biliyor musun,yüzlerine bile bakmaktan tiksindiğim erkeklerle yatarken Muhsin ağabeyi düşünüyorum.Hemen yanlış anlama,öyle değil. Mesela dün gece Ertuğrul Bey’le Muhsin ağabeyi yatarken düşündüm. Zevk aldım. Sonra ağladım. Yataktakinin ben olduğunu hatırlayınca.

Ertuğrul Bey işini bitirince çantasından özel sabunlar,losyonlar çıkardı. Üzerlerine baktım. Dezenfektan yazıyordu. Banyoya girdi, tam bir saat yıkandı. Trajikomik. Tiksindiği fahişeyle yüz lira karşılığı yatan bir adam... O an, kar soğuğunda cılız ateşin etrafına üşüşmüş siyah bereli,kara tenli,ruhları donuk tinerciler düştü aklıma. Her gece otele girerken göz göze geldiğim gecenin çocukları. Ne bileyim, Ertuğrul Bey gökdelenlerinin yanına bir de bu çocuklar için barınma evi yaptırsa… Ya da okula gidebilmek için geceleri Ahmet ağabeyin pavyonunda buzlu badem satan çocuğa burs verse… Hiç olmazsa bizim gibi düşmüş kadınlara sığınma evi yaptırsa, iş verse… O şırıl şırıl akan suda ıslık çalarak banyosunu yaparken bunların hiçbirini düşünmediğine eminim. Hatta hayatında bir kere bile aklına getirmemiştir. Onun gibiler ellerini taşın altına koymak yerine taşın yosun, çamur kaplı tabakasını hor görür, her türlü pis işlerinde zemin olarak kullanırlar.Ezer, ezdikçe güçlenirler.Sistemin önemli ama küçük parçası olmak yerine; büyük ama önemsiz parçası olmayı yeğlerler. Ne acı ki kendilerini dev aynasında görürler.Bilmedikleri bir şey vardır ki; ayna aynı ayna, görüntü aynı görüntüdür. Devleşen onların kibiri, acımasızlığı ve bencilliğidir.

Boyumdan büyük düşüncelere dalmışken Ertuğrul Bey banyodan çıktı. Bir güzel losyonlarını süründü.Hızlıca giyindi.Cebinden kağıt mendilini çıkardı.Yüz lirayı mendiliyle tutarak bana uzattı.Sonra da dirseğinin koluyla kapıyı açmaya çalıştı.Aralanan kapıyı ayağıyla kendine doğru çekerek hiçbir yere değmeden odadan çıktı gitti.Bu komik çaba bana küçükken oynadığımız seksek oyununu hatırlattı. Sanki bu odanın görünmez çizgileri vardı ve her an değebilirdi. Değdiği an oyundan çıkacak çocuk gibiydi. Arkasından bir fahişe gibi değil, aristokrat bir bilge gibi güldüm.

Otelden sokağa can havliyle attım kendimi.Boğazımda iki el vardı sanki.Boğuluyordum.Burnum derin nefes almaya çalışmaktan şişmişti.Kaldırıma çöktüm.Sağımdan solumdan insanlar geçiyordu.Ne onlar bana aldırıyordu ; ne de ben onlara.Başkalarını görmezlikten gelmek kanıksanmıştı. Kaldırımda çiçek ezikleri…Kim bilir kimin düş çürükleri? Benimmiş gibi sahip çıktım onlara. Tek tek topladım.Avucumun içine dizdim.Hayali sevgilinin yollarıma serptiği aşk kırıntıları sanmak istedim boynu bükük zavallıcıkları.Paltomun cebine koydum onları.Acının ayıklığındaydım.Toparlandım ve yürümeye devam ettim.Gece ayazdı.Kar toplu şişkin bulutlar şehrin çatısına abanmıştı.Kar bastırmadan eve gitmeliyim diye düşündüm. Paltomun yakalarını yüzüme doğru çektim. Atkımı iyice boynuma sarmaladım Yoldan geçen taksiyi durdurdum. Şoför “ Nereye abla?” diye sordu.Bu sesi bir yerden tanıyordum. Merakla gözlerimi aynaya ; cevap bekleyen o yorgun göze çevirdim. İnanamadım. Taksinin şoförü, Ertuğrul Bey’den başkası değildi. “Ertuğrul Bey… Siz… Nasıl olur ?” gibi şaşkınlıktan toparlayamadığım kelimelerden sonra kendime geldim ve onun da bana hortlak görmüş gibi baktığını fark ettim.Yüzü kızarmıştı.O kibirli adam şimdi utancından başını yerden kaldıramıyordu “ Sen… Burada ne arıyorsun?” dedi. Yüzüm gözüm atkıyla sarılmış olduğundan beni tanıyamamış, taksiye alma boşluğunda bulunmuştu.

Yakındaki bir çorbacıya gittik.Çay içtik.O kadar utanmıştı ki bana hikayesini anlatmayı borç bildi. “Ben…” dedi duraksayarak. “Ben patronum gibi davrandım bu gece. Taksi durağı var. Aynı zamanda da müteahhit. Ben bilmem böyle şeyleri.Vallahi bak ! O verdi otel parasını Doğum günüm bugün. Anlayacağın bu gece patronumun bana doğum günü kıyağı.Kadınlarla gönlünü eğlendirmeyi çok sever.Her şeyin bir fiyatı olduğuna inanır.Parasıyla kendine çevre edinmiş.Saygı duyulduğunu sanıyor. Dalkavukları, etek öpenleri çok.Ne olursa olsun onda bizde olmayan bir şey var:Güç. Ben onun gibi güçlü olmak istedim bu gece.Bak arabamın arka camında ne yazıyor : Ağam sağ olsun ! Bizim gibiler ‘ağam sağ olsun’ demeyi kesmedikçe başımızdan ne ağalar eksik olacak ne de beyler. Gerçekten güçlü olmak belki de etek öpmemekle başlıyor. Bu arada benim ismim Ertuğrul değil, Ali. Bildiğin Şoför Ali. Ayrıca losyonları, sabunları hiç sevmedim. Ertuğrul Bey çantasını unutmuştu.Hepsi onun.İnsanlardan tiksinir gibi davranmak yine ondan gördüğüm bir şeydi.Kendimi daha çok adamdan saymak istedim.Bu arada senin ismin ne?” dedi.İlk defa bu fahişenin ismi soruluyordu.Hiçbir şey söyleyemedim.Cebimden çiçek eziklerini çıkardım. Avucunun içine bıraktım. “ Ben ismi olamayacak kadar herkese ait biriyim.Sen bana herkes gibi fahişe de.Öyle çağır.Ama acımadan, acıtmadan. Alnımın teriyle an beni.Hoşçakal.”dedim ve arkama bakmadan çekip gittim.

Kar yağıyordu. Günaha batık şehir yorgan altına saklanan yaramaz çocuk gibi beyaz tabakanın örtücülüğüne sığınıyordu.Gece kimilerine masallar anlatırken kimilerine de acı gerçeklerden bahsediyordu.Ve ben ağır uykusunda şeker pembesi rüyalar gören bu milleti uyandırmak için en arsız,en sinir bozucu,en tiz fahişe kahkahamı atıyordum.

İdil Demir
Kasım 2007, İzmir

YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Biri Gölgenin İzinde

Biri gölgenin izinde,
Yaşam çıkmaz sokaklarda
Saygı sahnesini kaybetmiş
Görünenlerse bu alacakaranlıkta
Biri gölgenin izinde…
Sevginin peşinde…

Aranıyor kaybetmiş benliği
Özüne dönmek isteyen bir gelecek
Varlıksa anlamsızlığını yitirmiş
Görünenlerse bu alacakaranlıkta
Biri gölgenin izinde,
Gerçeklerin peşinde…

Soruluyor gölgeye
Işığın nerede diye
Kargaşa, cevapların içinde
Görünenlerse bu alacakaranlıkta
Biri gölgenin izinde,
Güneşin peşinde…

Gölge ışığın başladığı…
Işık yalanların bittiği…
Yalan izinin sürülmediği yerde…
“Biri” gölgenin izinde…
Biri “gölgede…”
ÖZGÜR EKREN




YAZDIKLARIMIZ/Şiir/ Mutluluk



Mutluluk

Nasıl anlatmalı?
Yemek tarifi olsa kolay.
Yol tarifi gibi de değil.
Mutluluğun tarifini nasıl anlatmalı?
Olsa olsa yaşamalı…
Yaşamalı!

İdil Demir
Ağustos 2008, Çeşme

1 Aralık 2008 Pazartesi

YAZDIKLARIMIZ/ Deneme/Yazmak



...Yazmak...




Kendime hep aynı cevapları yazdım herkes sorular sorarken… Düzenin alışılagelmiş tavırları ile boğuştum durmadan… Yazarlık bu kargaşa içinde harflerin yan yana getirilerek kelimeler, ardından cümleler oluşturmasından çok, büyülü bir hikâyenin hayal kahramanı olup bilinmezliğe doğru adım atılırken sonucu alışılmışlığın dışına götürme fikriydi benim için… Sürekli sonumu bilmeden yazdım. Kurcalarken kelime haznemi olmadık anlamlar yükledim olmadık kelimelere… Sıra dışılığı seçtim hep… Tadına doyulmaz kelimelerden kaçıp yerine yeni tatlar aradım. Yazmak işte garip bir tutkuyla… Bir kelimeye sen öznesin, sen yüklemsin demekten çok kendilerine bıraktım cümle içindeki seçimlerini. Sıra dışılığım bunu bulduğum ve hissettiğim anda başladı. Harfler kolay, kelimeler zor, cümlelerse sıra dışıydı artık benim için…

Aslında yazarken hayatların birer parçasını alıp aydınlatırız hayal sahnemizde. Geçmişi öyle bir yerden tutar geleceği de öyle akıl almaz bir noktada yakalarız ki aralarına girebilecek başka bir kavram kalamaz neredeyse… Garip olansa tarafsızlığımızı koyamayız hiçbir durumda bu akıp giden ya da süre gelen “zaman” içinde. Bazen şimdi küser geçmişe… Bazen geçmiş kızar geleceğe… Hayatların birer parçası işte bütün bu olan biten, durumlar karmaşası…

Sıfatları, fiilleri, zamirleri alır yerlerine duygulu sıfat, zamanlı fiil, anlamsız zamirler üretiriz. Olup bitenin kelimelere yüklenip cümlelerden bir şeyler beklenmesi her ne kadar doğal olarak karşılansa da benim için cümleler sıra dışı tavırlar takınabiliyor.

Denemek lazım işte durmaksızın, konuşmaktan çok yazmayı… Duyguları konuşarak tüketmekten çok hissederek yazmayı…

Yazmak, size hissettirmeden hayatın içindeki gerçeklikle sizi baş başa bırakacaktır.





Özgür Ekren
07/03/2008 02.33